Bugün projeden dönüşümün 14.günü ve ben hala projede yaşadığım mükemmel günlerin etkisindeyim. Aslında çok hızlı gelişti her şey. İki hafta içerisinde şansımın da yardımıyla dahil oldum projeye. Açıkçası giderken hiç bu şekilde hayal etmemiştim. Olaya biraz 10 günlük bir proje bana ne katabilir ki diye düşünürken, son 2 gün kala acaba projeyi uzatabilir miyiz ya durumda buldum kendimi:)
Baştan başlamak gerekirse İtalya’ya vardık, Lariss bizi karşıladı. Projenin gerçekleşeceği yere ulaştık ve direk projeye başka ülkelerden katılan katılımcılarla tanıştık. Ortam ilk başta çok tuhaf geldi, sonuçta bir Manastır’da kalacağız ve ben hayatımda kaç kere Kiliseye girdim onu bile bilmiyorum. Bir yandan ortam adaptasyonu, bir yandan çevreye ve arkadaşlara uyum sağlama sürecini kafamdan hesap ediyorum falan. Neyse 1 gün bile geçmedi baya kaynaştık diğer katılımcılarla, ki benim için bu tarz şeyler çok önemlidir. Eğer bulunduğum yerde iyi ilişkiler kuramazsam çok sıkıcı bir insan olabilirim 🙂
Zamanla beraber yani 2-3 içinde biz baya kaynaştık arkadaşlarla. Özellikle Portekizlilerle adeta kardeş haline geldim. Odalarında boş olan bir yatak ve dolabı benim için hazırlamışlardı ve ben bildiğiniz oda değiştirip Portekizlilerin odaya taşındım. Beraber bir sürü güzel olay yaşadık, birbirimize destek olduk, bu 10 günlük süre içerisinde her anın tadını çıkardık. Geri dönüp baktığım zaman çok güzel arkadaşlarım hatta sırlarımı paylaştığım kardeşlerim oldu. Artık biliyorum Portekizde’de bir evim var veya İspanya’da, Estonya’da da kapılarım var…
Projenin içeriğine gelirsek, Migr-action adında bir projeydi. Tahmin ettiğimden çok şey kattı gerçekten bana. Aktiviteler, ve yapılan sunumlar, hazırlanan projeler beni her anlamda geliştirdi, bakış açımı genişletti ve şuan öğrendiklerimi hayatıma uyarlamaya başladım.
Benim için en önemli konulardan bir tanesi ise yeni kültürler tanımaktı. Bu anlamda belirli kültürleri yakından gözlemleme şansı elde ettim. Olaylara nasıl yaklaştıklarını, sorundan ziyade çözüme odaklandıklarını ve hayata, eğlenmeye, çalışmaya nasıl baktıklarını gördüm.
Aslında daha yazılacak çok şey var bende. Bunlar sadece kelimelere dökülen ufak kısmı. Hani bir klişe vardır ya “Ölmeden okunması gereken 100 kitap” diye, işte bu okunması gereken 100 kitaptan, yaşanması gereken onca güzel şeyden bir tanesi oldu benim için…
GÖKCAN YÜCE
15 Eylül 2017 Cuma